Ana içeriğe atla

Savaşı Baştan Kazanmak ya da Kaybetmek = SATIŞTA HEDEF VERMEK

Özellikle bu yazı satışı yönetenlere ve bugünün satışçısı ama yarının yöneticisi olacak satış yöneticisi adaylarına gelsin. Her satışçı bence bir yönetici adayıdır ki aşağıdaki deneyimler tüm satış ekiplerinin işine belki yarayabilir. Okumadan bilemeyiz?;)

Hedef veren ve ileride verecek dostlar! Gerçekten ekibin hedef tuttursun ve sen de onların başarısı ile başarılı olmak ve hedefini tutturmak istiyor musun? Hedefi vermeden önce lütfen bir dakika sattıran koltuğundan kalkalım, kendimizi satanın yerine geçirip şapkamızı önümüze koyalım ve elimizde çanta 50 derece sıcakta dolaştığımız, hedefler beklerken telefonda tabiri caizse kıl bir müşteriyle yarım saat cebelleştiğimiz veya ayakta 12 saat pestilimiz çıktıktan sonra mağazımıza giren gergin müşterilere birşey satmaya çalıştığımız günleri gözümüzün önüne getirelim. Aa, bu tozu hiç yutmamış bir yöneticiysek zaten bu yazıyı anlamak kolay olmayacaktır. Anlasak da yürekten hissedemeyeceğiz, o yüzden patronlara ve İK'cılar buradan kendine bir ders çıkarır mı bilemem:)

Gelsin sorular? Hedef vermeden önce kendimize neler sorabiliriz?

-  Başarılı bir satışçıyım. Şirket büyüme hedefinde olsa da bana zaten havada karada tutturabileceğin bir hedef verildi. Ee, satışçının doğasında rekabet de var. Bu hedefi aşmak için çok uğraşır mıyım? Ya da ne kadar aşabilirim?

-  Pazar dinamikleri, güncel rekabet koşulları, ekonomik ortam ve benim zaten harcadığım daha önceki belki maksimuma yakın efora bakılmayıp, sırf masada kağıt üzerindeki pazarlama veya raporlamacıların rakamlarına ve pazar boşluğuna bakılıp bana tutturması neredeyse imkansıza yakın bir hedef verildiğinde ne yaparım? Deli gibi koşar mıyım ve performansım bir önceki döneme göre artar mı? Yoksa nasıl olsa tutmaz deyip yatışa mı geçeriz ve de aksine rakamlarım kötüye mi gider?

-  Diyelim bana hedef verildi, yöneticimiz hedefleri de herkese gizli verdi ve satış ekiplerinin birbiriyle konuştuğunu da yöneticim unuttu. Herkese de bölge dinamiklerine bakmaksızın aynı hedefi verdi. O durumda ben ne hissederim? Hedefe olan inancım ne olur? Yoksa ekibe şeffaf hedefler mi verilse ve gerektiğinde fikirlerim alınsa mı daha çok başarılı olurum?

-  Çat diye hedefin sormadan, nedenleri açıklanmadan mı önüme koyulması beni daha çok tetikler, yoksa doğru bir dille ikna edildiğimde mi daha çok satış çıkarırım? 

-  İnanmak ile hedef arasında nasıl bir bağlantı görüyorum?

-  Hedef verirken ekip içinde kişiler arasında ne kadar adilim? He bir kişinin başarısı ya da başarısızlığı uzun dönemde yönetici olarak benim başarım değil mi?

-  Hedef ekibe rağmen mi? Ekiple birlikte mi verilmli, hiç düşündüm mü?

-  Hedefleri satış ekibi içinde rekabet yaratacak şekilde mi vermeliyim? Yoksa aman işte hepsi aynı işte mi demeliyim?

-  Ekibin, kişinin, dönemin duygusal durumlarını, yeteneklerini, beklentilerini, ekonomik durumlarını, sağlık durumları, geçmiş performansları vb gibi dinamikleri de hedef verirken göz önünde bulundurmalı mıyım? Yöneticim bulundursa benim için nasıl olur?

-  Ekip içinde bir yıldız olsa ve yöneticim hep ona oynasa mı mutlu olurum, ya olmuş gibi mi görünürüm? Yoksa oyundan mı düşerim?

-  Tabii ki her insan gibi ekibimdeki satışçılar da biraz yönetici olarak benim yerime kendini koymalı o ayrı konu ama peki ben yönetici olarak kendimi onların yerine koydum mu? Geçmiş günlerimi 1 dk'cık da olsa hatırladım mı?

-  Doğru hedef verebilmek adına ekibimle yeterince sahaya çıkıp tozu yuttum mu?

-  Bir üst yöneticimden gelen hedefler için ekibim adına ve onları ve de beklenti/ihtiyaç/kapasitelerini en iyi bilen kişi olarak gönül rahatlığı ile sonuna kadar savaş verdim mi?

Dilediğiniz kadar soru çıkarabilirsiniz. Bu soruların cevaplarına göre tabii ki hedef verme şekliniz ortaya çıkacaktır ve tabii ki insan faktörü de devreye girdiği için kişiden kişiye çok da değişecektir.
Hatta sorduğum sorulara inanmayan ve katılmayan da olacaktır. Saygı duyarım. Tercih sizin.

Fakat değişmeyen bana göre bir şey varsa o da hedef baştan tutar ya da tutmaz. O nedenle hedef vermek bence satışta ve satış yönetiminde en kritik konulardan biridir ki başlık o kadar iddialı;)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

11 satın almacı + 1 satıcı = (12 KIZGIN ADAM*)

Peşin peşin söyleyelim: Başlığın sonundaki * 12 Kızgın Adam 'ın milli basketbol takımımız " 12 Dev Adam"la uzaktan yakından bir alakası yoktur. Bu defa başlığın tamamını, ya da en azından eşittirden sonraki  "12 kızgın adam" kısmını işkembe-i kübradan ben de uydurmadım...;) Peki nedir öyleyse? 1957 yapımlı, başarılı aktör "Henry Fonda" 'nın başrol oynadığı, "12 Angry Man" filminin Türkçe adıdır. Dünyaca kabul gören, hemen hepimizin zaman zaman kullandığı sinema tanıtım/eleştiri forumlarından biri olan Imdb'de 10 üzerinden 9 puan almayı başaran ve "Shindler'in Listesi, Pulp Fiction (Ucuz Roman)" gibi efsane filmler arasında gösterilen bence başucu sinema eserlerinden biridir. Yapım yılından tahmin edeceğiniz üzere siyah beyaz çekim. Yaklaşık 1:20 dk civarında. Üstelik tamamen 1 odada geçip 12 insanın birbiri ile konuşmalarından ibaret ve görece çok sıkıcı olarak düşünülebilecek bir senaryosu olmasına rağmen en iyiler

D-E-M-O-T-İ-V-A-S-Y-O-N

Bir çalışanınızı, ekip üyenizi veya varsa sizden alt kademe yöneticilerinizi demotive etmek mi istiyorsunuz?  Yetmedi mi? Ayrıca verimsizleştirmek ve sonunda hatta kaybetmek mi istiyorsunuz? Çok kolay! Hiiiç zorlanmaya, uzaklarda aramaya, kafa patlatmanıza gerek yok. Gelin ben size bedavaya anlatayım efenim. Lütfen bana 2dk. verin, okuyunuz. Yazıdan sonra da "yok ben demotive edemedim, sen de ne boş beleş adammışsın arkadaş!" diyen varsa "paranızı geri iade ediyorum. "demek isterdim istemesine; de biz yazıları kamu hizmeti olarak yazıyoruz, kusura kalmayınız. "Neyse geyiği bırak sadede gel diyorsunuz" duyar gibiyim, haklısınız. Ee, buyrunuz efendim... Bir kere işin başı en ağır eleştirilerinizi ekip arkadaşlarının yanında yapın. Hiç çekinmeyin, verin odunu. Fırçalayın gitsin...Ohhh misss... Hatta karşınızdakinin koca koca insanlar olduğunu unutup, ağzınızdan adeta tükürükler saçarak sık sık ota çöpe bağırabilmeniz de gerekir. Ohh, bir güzel rahat

DÜNYADA ORTAK DİL SİZCE HANGİSİDİR?

Hiç yabancı dilini bilmediğiniz ve ortak bir dil de konuşamadığınız bir ülkede çat pat da olsa bakkalı/marketi vs'si ile anlaşabildiğiniz ve yine de derdinizi anlatıp aç kalmadığınız durumlar oldu mu? Veya sevgilinizle romantik bir ortamda birbirinize bakarken adeta şiirlerdeki gibi sen sus da gözlerin konuşsun tadında bir kelime dahi etmeden bir sürü duyguyu anlattığınız ve saatlerce konuşmadan durup da milyon tane şey konuşmuş kadar olduğunuz durumlar? Ya da olumsuzunu düşünelim. Hayatımızda sözleri ile bize birşeyler söyleyip de yahu göz göre yalan söylüyor, adeta yalancılığı üstünden akıyor diye yorumladığımız kişilerle hiç mi karşılaşmadık? Bunların en az 1 tanesi herkesin hemen başına gelmiş ve hatta sürekli de gelebiliyordur. Çünkü kolaylıkla söyleyebiliriz ki iletişimde bedenimiz de konuşuyor. Uzmanların araştırmaları ve beden dilinin iletişimdeki etki gücüne baktığımızda da sözlerin etkisi ortalama %7 iken, beden dilinde ise %55 civarı bir etki gücü var. Muaz