Ana içeriğe atla

Satışta MESSİ Olmak Yeterli mi?

Çoğumuzun külüstür de olsa, tos tos da olsa iyi kötü ayağımızı yerden kesen bir otomobili vardır. Bu ülkede hemen herkes evelallah kavun-karpuz seçmede olduğu gibi otomobilden de biraz olsun anlar, değil mi? :) Güzel.

Şimdi düşük segment araç ürete
n ve tüketici zihninde öyle konumlanan bir firma sahibi olduğunu düşün. Adı da ne olsun ne olsun? - hemen uyduralım- KAPLUMBAĞA ve sloganı da "yavaş ama; kaliteli ve de çok uygun ne haberrrr!" olsun. Bu firma da  hikaye bu ya işi gücü yok çok şık spor model bir araba üretmeye kalksın. Şimdi hemen soruları yapıştıralım mı?. ;)

1-) Dünyanın en hızlı arabalarından birini de üretse, bu firma bu arabayı çok ekstrem bir fiyata satabilir mi? 2-) Hadi satmasına sattı da sen zengin ve lüks tüketim tercihi olan biri olsan kaplumbağa markalı bir spor araba alır mısın? 3-) Bu araba ne kadar müthiş olursa olsun her iki durumda da isteyen ederine -gerek satış adeti, gerek modelin marka değeri, gerekse de yüksek karlılık açısından- ulaşır mı?

Cevaplarını bana değil lütfen kendine ver, biz tahmin ederiz;)

Otomobilden sonra da zengin bir salça fabrikatörü olmaya var mısın? Hiç değilse hikayede bari zengin olmak neyimizi bozar?;) Tabii ki her girişimci gibi yeni yatırımlar peşindesin. Çok lezzetli bir ketçap ürettiğini varsayalım. Gel gör ki eciş bücüş , böyle ne bileyim soluk, silik  albenisiz hatta içindekine nazaran bir o kadar da kalitesiz bir ambalajın var olduğunu düşün. Sorular gelsin mi?

1- ) Ne kadar iyi ketçap olursa olsun kaç yazar? 2-) Yani bu ürünü pahalı ve yüksek karla satabilir misin? 3-) Sen olsan bu ürünü alır mısın veya alsan da reklamda ne kadar dünyanın en iyi ketçapını yaptık deseler de buna ne kadar kanarsın?

Tamam işte en çok sevdiğimiz hatta müptelası olduğumuz konuya geldik. Futbol;) Aç tavuk kendini tahıl ambarında görürmüş misali bir anlığına Messi olduğunu lütfen hayal et. Messi'yi de herhalde tanımayanımız yoktur. Ben her şeyin önce yerlisini seven öyle futboldan da pek anlamayan biri olarak bile adamın konusunda ne kadar üstün yetenekli olduğunu söyleyebilirim ve ardında sorularımı hemen sorarım.

1- ) Tamam çok iyi futbolcu da bu adam Barca yerine amatör kümede adı sanı duyulmayan bir takımda oynasa bu kadar tanınır mı?  2-) Ya da tanınmaya devam eder mi? 3- ) Bonservis bedeli şuan ki gibi paha biçilmez olur mu?

Yani uzun lafın kısası, verdiğini tahmin ettiğim cevaplara göre demem o ki arkadaş, her şeyde olduğu gibi satışta da hiç kimse dünyanın en kral satıcısı da olsa bana göre tek başına üstün başarılı değildir. Her satıcının ait olduğu bir marka, ambalaj, kap ve takımı vardır. O ambalaj, takım ne kadar albeniye sahipse, bireysel başarı da, satıcının birey olarak bonservis bedeli de o kadar daha çok artar desek sanırım yanlış olmaz? 

Satıcının amacı daha çok kazanmak mı? İşte asıl takımı da yıldızsa daha çok kazanır. Bu nedenle akıllı ve iyi satıcı; sırf kendi cebi, başarısı için bile olsa yine de bence bölgesini, şirketini, ekmek yediği yeri, takımının başarısını önemser ki bu nedenle satış bekletmez. Kendi hedefinden bağımsız takımın, şirketin hedefini de düşünür, çalışır ve birey olarak hedef üstü bir performansı tabelada görmemeniz işten bile değil. Birinin eksiği varsa yaptığı fazla satış ile kapatmış olur. Ayrıca ola ki oyundan düşen, hedef tutmayan, olumsuz düşüncelere giren, sürekli eleştiren, ağlayan sızlayan, başarısız olan birini farketmeye görsün, ayağa kaldırmak için her şeyi yapar. Ekip arkadaşlarını demotive etmez! Aksine enerji pompalar, inanç aşılar. Kazandırdıkça daha çok kazanacağını bilir. Herkesin hedef tutması için uğraşır, tıpkı ekibin yöneticisi gibi. Sonunda yani yine sana faydası var;) Bireysel başarı tek başına yeterli değil. En önemli olanın takımca da birinci olmak ve yıldız bir takımda oynamak olduğunu hep bilir.

Tabi bu demek değil ki rekabet etme, herkes eşit başarı göstersin. Olur mu öyle saçma şey? Tabii ki satış işinin doğası rekabettir. Biz takımın başarısını düşünelim, hele bir takımca hedef tutturalım. Akabinde yine biz bireysel olarak hedef üstü çalışarak en çok satan olalım, bir sürü düşeni kaldırarak da zaten şirketin, diğer ekiplerin ve yöneticimizin gözünde hak ettiğimiz yere er ya da geç ulaşırız.  Hiç şüphemiz olmasın. Terfi, kariyer, maaş artışı vs bireysel her türlü talebimizde bunlar bize yol, elektrik olarak da geri döner. Ayrıca takımca başarı olduğunda ekip adına bazı kaynakları seferber etmek, bazı imtiyazlar almak adına yöneticinin de elini şirket içinde güçlendirmesi ve yani yine birey olarak bize fayda sağlaması da cabası. Hiç bir şey olmasa takım değiştirmek istediğinizde de bireysel başarınızın yanında oynadığınız bir önceki takımın başarısından, değerinden de kaynaklı bonservisin yüksek olacağı için sana gelen transfer teklifleri farklı olmayacak mıdır?

O nedenle bir satış yöneticisi olarak tanıdığım her satıcıya hep diyorum ki; "Barca da Messi olmak mı? Murat İdman Yurdu'nda Messi olup top koşturmak mı? hangisi tercihin?

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

D-E-M-O-T-İ-V-A-S-Y-O-N

Bir çalışanınızı, ekip üyenizi veya varsa sizden alt kademe yöneticilerinizi demotive etmek mi istiyorsunuz?  Yetmedi mi? Ayrıca verimsizleştirmek ve sonunda hatta kaybetmek mi istiyorsunuz? Çok kolay! Hiiiç zorlanmaya, uzaklarda aramaya, kafa patlatmanıza gerek yok. Gelin ben size bedavaya anlatayım efenim. Lütfen bana 2dk. verin, okuyunuz. Yazıdan sonra da "yok ben demotive edemedim, sen de ne boş beleş adammışsın arkadaş!" diyen varsa "paranızı geri iade ediyorum. "demek isterdim istemesine; de biz yazıları kamu hizmeti olarak yazıyoruz, kusura kalmayınız. "Neyse geyiği bırak sadede gel diyorsunuz" duyar gibiyim, haklısınız. Ee, buyrunuz efendim... Bir kere işin başı en ağır eleştirilerinizi ekip arkadaşlarının yanında yapın. Hiç çekinmeyin, verin odunu. Fırçalayın gitsin...Ohhh misss... Hatta karşınızdakinin koca koca insanlar olduğunu unutup, ağzınızdan adeta tükürükler saçarak sık sık ota çöpe bağırabilmeniz de gerekir. Ohh, bir güzel rahat

DÜNYADA ORTAK DİL SİZCE HANGİSİDİR?

Hiç yabancı dilini bilmediğiniz ve ortak bir dil de konuşamadığınız bir ülkede çat pat da olsa bakkalı/marketi vs'si ile anlaşabildiğiniz ve yine de derdinizi anlatıp aç kalmadığınız durumlar oldu mu? Veya sevgilinizle romantik bir ortamda birbirinize bakarken adeta şiirlerdeki gibi sen sus da gözlerin konuşsun tadında bir kelime dahi etmeden bir sürü duyguyu anlattığınız ve saatlerce konuşmadan durup da milyon tane şey konuşmuş kadar olduğunuz durumlar? Ya da olumsuzunu düşünelim. Hayatımızda sözleri ile bize birşeyler söyleyip de yahu göz göre yalan söylüyor, adeta yalancılığı üstünden akıyor diye yorumladığımız kişilerle hiç mi karşılaşmadık? Bunların en az 1 tanesi herkesin hemen başına gelmiş ve hatta sürekli de gelebiliyordur. Çünkü kolaylıkla söyleyebiliriz ki iletişimde bedenimiz de konuşuyor. Uzmanların araştırmaları ve beden dilinin iletişimdeki etki gücüne baktığımızda da sözlerin etkisi ortalama %7 iken, beden dilinde ise %55 civarı bir etki gücü var. Muaz

11 satın almacı + 1 satıcı = (12 KIZGIN ADAM*)

Peşin peşin söyleyelim: Başlığın sonundaki * 12 Kızgın Adam 'ın milli basketbol takımımız " 12 Dev Adam"la uzaktan yakından bir alakası yoktur. Bu defa başlığın tamamını, ya da en azından eşittirden sonraki  "12 kızgın adam" kısmını işkembe-i kübradan ben de uydurmadım...;) Peki nedir öyleyse? 1957 yapımlı, başarılı aktör "Henry Fonda" 'nın başrol oynadığı, "12 Angry Man" filminin Türkçe adıdır. Dünyaca kabul gören, hemen hepimizin zaman zaman kullandığı sinema tanıtım/eleştiri forumlarından biri olan Imdb'de 10 üzerinden 9 puan almayı başaran ve "Shindler'in Listesi, Pulp Fiction (Ucuz Roman)" gibi efsane filmler arasında gösterilen bence başucu sinema eserlerinden biridir. Yapım yılından tahmin edeceğiniz üzere siyah beyaz çekim. Yaklaşık 1:20 dk civarında. Üstelik tamamen 1 odada geçip 12 insanın birbiri ile konuşmalarından ibaret ve görece çok sıkıcı olarak düşünülebilecek bir senaryosu olmasına rağmen en iyiler