Ana içeriğe atla

ÜRETİCİ OLMAK İÇİN FABRİKA KURMAK mı GEREK?

Evet birşey meydana getirmek, yaratıcı olmak, yenilikçilik, inovasyon için, üreticilik için sadece fabrika kurmak ve yepyeni bir ürün mi ortaya çıkarmak lazım? Ya da çiftçi olmak mı? Marangoz, ayakkabıcı, profesör olunca mı sadece insan üretici oluyor? İlla sil baştan yeni bir yazılım, program yazmak şart mı?



Günümüz dünyasında maalesef herşeyin hazır ayağımıza gelmesine, kolay yoldan iş yapmaya ve kazanmaya giderek alışmaya başladık ve gerek makro ekonomik verilere bakarak, gerek kendi aile bütçemizdeki ay sonu dengesine bakarak hem işyerleri hem de kendimizde tüketimin üretimi genellikle geçtiğini görmemek için kör olmak gerek...

Her vatandaş gibi arkadaş ortamında konuştuğumuz fikirlerim olmakla beraber ben ekonomist de değilim, siyasetçi, toplumbilimci veya profesör hiç değilim... O yüzden bu yazının konusu ülke ekonomisi ile ilgili değil ama en azından iş yerlerinde ya da kendimiz için birey olarak üreticiliği nasıl arttırırız hakkında bir iki kelam etmeden de doğrusu geçemeyeceğim.

Hafızaları zorlayalım. En son evimizde ne zaman bir aleti tamamen bilindik amacının dışında bir amaç için kullandık? Veya çok ama çok basit bir tamiratı kendimiz yapmayı denedik? En son ne zaman kağıt ve kalemi kullandık? Değişik ve kafamıza göre bir tarife oluşturup evde yemek yaptık? Bu ve benzerlerinden vazgeçtiğimiz sürece emin olun üretkenlik azalıyor ve birey olarak köreliyoruz. Bence yeniden zamanımız ölçüsünde bütçemiz herşeyi hazır almaya elverse de , yaşımız ne olursa olsun kağıttan gemi/uçak hatta origami yapmaya devam etmeliyiz. O gazetelerin bulmaca ekleri sadece çöpe gitmemeli diye düşünüyorum. Sizce?

Örneğin iş hayatında satışı/pazarlamayı veya tüm bölümleri ele alalım. En son ne zaman yep yeni taktikler denedik ve aldığımız başarılı sonuçları da başka ekip arkadaşları ya da insanlar ile yazarak vb paylaştık? Tabii ki denenmiş olan kitaplardaki hazır taktikler çok değerli ve onları da kullanacağız ama neden kendimiz de birşeyler üretmiyoruz? Takipçi külütürünü sizce de bir kenara bırakmanın vakti gelmedi mi? Takipçi şirketler ve kişilerin karsızlaştığını veya battığını, hedef tutturamadığını hepimiz biliyoruz, değil mi?

Sosyal ağlarda, eğitimlerde birçok şey paylaşıyoruz. İyi güzel de genelde hem alıntı, ya da başkalarının sözleri ve yazdıkları...Aslında aynı ve kısır bilgi dönüp dolaşıp farklı formatlarda yine paylaşılmaktan öte gitmiyor, yanlışsam lütfen düzeltin. O halde yeni deneyimleri, yeni fikirleri, yeni taktikleri, yep yeni konuları düşünüp kendi ürettiklerimizi daha çok paylaşmaya çalışsak sizce nasıl olur?

Şirketlerde beyin fırtınaları yapılıyor- bunu yapmayanlar ve çalışanların fikirlerini iletebilecekleri platformlar oluşturmayan şirketler zaten bir arpa boyu yol alamıyor, onlara geçmiş olsun-, süper bir yaklaşım da kendi yöneticisinin yanında, aynı iş ortamında ve rutin iş telaşı ile kişilerin üretici olmasını beklemek abestle iştigal olmuyor mu? Mesela yönetici olmayan bir ortamda ekiplerin toplanmasını, toplantıların şirket dışı bir ortamda (mesela göl kenarında çadır kampı, tekne turu, trekkingte, piknikte vb) olmasını sağlamak, o gün ya da günlerde hiçbir mevcut iş beklemeden hatta iş telefonunu alıp veya kapama zorunluğu getirip bir sonuç beklemek daha doğru olmaz mı?

Her aile her bireyin ve çocukların da bir harcama bütçesi olsa? İş yerlerinde çalışanın, yapacağı her tüketim (seyahat, ofis malzemeleri, satış bütçesi) önceden kabaca belirlense ve ne zaman ne kadar kullanacağına kendi karar verse ve ancak belli limitin üzerinde yöneticisi ile muhattap olsa? Sorumluluk bilinci, kıt kaynakla çalışma vb yetenekleri kazanılmasına yardımcı olmaz mı? Bu sayede de bireyler ve çalışanlar daha üretken olmaya açık olmaz mı?

Bir de eleştiri konusu var. Maalesef eleştiri vermeyi çok seviyoruz ama ya arkadan konuşuyoruz ya da sadece beyhude kötülüyoruz. Madem eleştiriyoruz iyi güzel de iş arkadaşımız, yöneticimiz, şirketimiz, iş ortağımız veya karşıdaki her kim ise neden alternatif fikir ile gidip eleştirimizin altını doldurmuyoruz? Görüş verelim tabi de daha iyiye götürmek ve eleştirimizin de yerine ulaşması için neden cesurca kişinin/kurumun yüzüne iletmekten imtina ediyoruz? Ben şahsen neden, sonuç, daha iyi olması için gerekli alternatif öneriler ile ve direkt yüzüme karşı söylenmeyen hiç bir eleştiriyi olumlu/olumsuz kabul etmiyorum. Herkes bu şekilde yaklaşırsa bence üretkenliği daha da tetiklemez miyiz?

Doğaya bakalım herşey yenilenmiyor mu? Yaralar derinin değişmesi ile aslında iyileşmiş oluyor. Birikmiş kirler akarsu ile temizleniyor. Ağaçlar yaprakları kışın döküyor ve ertesi yıl yeniden çıkıyor sayısız örnek verilebilir. O halde neden biz yaratılışımıza ve doğamıza aykırı hareket ediyor ve yerimizde sayıyoruz, yenilenmiyoruz? Şirketler, çalışanları neden üretkenliğe teşvik etmeyip sonra da daha fazla verim bekliyoruz?

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

11 satın almacı + 1 satıcı = (12 KIZGIN ADAM*)

Peşin peşin söyleyelim: Başlığın sonundaki * 12 Kızgın Adam 'ın milli basketbol takımımız " 12 Dev Adam"la uzaktan yakından bir alakası yoktur. Bu defa başlığın tamamını, ya da en azından eşittirden sonraki  "12 kızgın adam" kısmını işkembe-i kübradan ben de uydurmadım...;) Peki nedir öyleyse? 1957 yapımlı, başarılı aktör "Henry Fonda" 'nın başrol oynadığı, "12 Angry Man" filminin Türkçe adıdır. Dünyaca kabul gören, hemen hepimizin zaman zaman kullandığı sinema tanıtım/eleştiri forumlarından biri olan Imdb'de 10 üzerinden 9 puan almayı başaran ve "Shindler'in Listesi, Pulp Fiction (Ucuz Roman)" gibi efsane filmler arasında gösterilen bence başucu sinema eserlerinden biridir. Yapım yılından tahmin edeceğiniz üzere siyah beyaz çekim. Yaklaşık 1:20 dk civarında. Üstelik tamamen 1 odada geçip 12 insanın birbiri ile konuşmalarından ibaret ve görece çok sıkıcı olarak düşünülebilecek bir senaryosu olmasına rağmen en iyiler

D-E-M-O-T-İ-V-A-S-Y-O-N

Bir çalışanınızı, ekip üyenizi veya varsa sizden alt kademe yöneticilerinizi demotive etmek mi istiyorsunuz?  Yetmedi mi? Ayrıca verimsizleştirmek ve sonunda hatta kaybetmek mi istiyorsunuz? Çok kolay! Hiiiç zorlanmaya, uzaklarda aramaya, kafa patlatmanıza gerek yok. Gelin ben size bedavaya anlatayım efenim. Lütfen bana 2dk. verin, okuyunuz. Yazıdan sonra da "yok ben demotive edemedim, sen de ne boş beleş adammışsın arkadaş!" diyen varsa "paranızı geri iade ediyorum. "demek isterdim istemesine; de biz yazıları kamu hizmeti olarak yazıyoruz, kusura kalmayınız. "Neyse geyiği bırak sadede gel diyorsunuz" duyar gibiyim, haklısınız. Ee, buyrunuz efendim... Bir kere işin başı en ağır eleştirilerinizi ekip arkadaşlarının yanında yapın. Hiç çekinmeyin, verin odunu. Fırçalayın gitsin...Ohhh misss... Hatta karşınızdakinin koca koca insanlar olduğunu unutup, ağzınızdan adeta tükürükler saçarak sık sık ota çöpe bağırabilmeniz de gerekir. Ohh, bir güzel rahat

DÜNYADA ORTAK DİL SİZCE HANGİSİDİR?

Hiç yabancı dilini bilmediğiniz ve ortak bir dil de konuşamadığınız bir ülkede çat pat da olsa bakkalı/marketi vs'si ile anlaşabildiğiniz ve yine de derdinizi anlatıp aç kalmadığınız durumlar oldu mu? Veya sevgilinizle romantik bir ortamda birbirinize bakarken adeta şiirlerdeki gibi sen sus da gözlerin konuşsun tadında bir kelime dahi etmeden bir sürü duyguyu anlattığınız ve saatlerce konuşmadan durup da milyon tane şey konuşmuş kadar olduğunuz durumlar? Ya da olumsuzunu düşünelim. Hayatımızda sözleri ile bize birşeyler söyleyip de yahu göz göre yalan söylüyor, adeta yalancılığı üstünden akıyor diye yorumladığımız kişilerle hiç mi karşılaşmadık? Bunların en az 1 tanesi herkesin hemen başına gelmiş ve hatta sürekli de gelebiliyordur. Çünkü kolaylıkla söyleyebiliriz ki iletişimde bedenimiz de konuşuyor. Uzmanların araştırmaları ve beden dilinin iletişimdeki etki gücüne baktığımızda da sözlerin etkisi ortalama %7 iken, beden dilinde ise %55 civarı bir etki gücü var. Muaz