Ana içeriğe atla

DE(MO)TİVASYON 2

Bir işverensiniz. Küçük ya da büyük farketmez, parayla sonuçta mesainizi satmayan birisiniz. Ya da ortaklar halinde yönetiyor da olabilirsiniz , aynı şey. Yani birçok patron tabiri ile "milletin ağız kokusunu çekmeyip kendi işimi yapıyorum" cusunuz. Bu bir tercih. ve bu devirde gerçekten cesaret ister ne mutlu ki bunu başarmışsınız. Yürekten tebrikler ki girişimcilere bu ülkede çok ihtiyaç var, özellikle genç girişimcilere...

Aaa bu kadar emeği yoksa kloayca batırmak mı istiyor ve nasıl yaparım diye mi düşünüyorsunuz? Ellerinizle kazıyarak getirdiniz de kısa zamanda başa dönmek hatta eksiye düşmek mi yeni hedefiniz? Uzaklarda aramayın. Size hemen birkaç taktik, çok uğraşmadan ve çabucak yapabilirsiniz.

-   Bir kere bütçeniz elverse de bütün işi siz yapın ve patronluk cesaretiniz var ya profesyonel yöneticilik deneyimine ihtiyaç duymaksızın her işin başında siz olun, merak etmeyin onu da yaparsınız. Beceremesiniz de sorun yok nasıl olsa çalışanlar sizin malınız! olduğu için sesini çıkaramaz. Ne yani başlarında başlarında sürekli profesyonel yönetici görmek yerine patronluk taslayan birini görmek arasında fark mı var ki?

-   Hadi bütçeniz elvermedi, birazcık ikinci kuşak patron gibi davranıp bir de yönetici ya da birden fazla çalışanlar arasında yönetici kademesi yarattınız. Bir kere yöneticinize her türlü sorumluluğu amiyane tabiri dayayın ama eşit oranda yetki vermeyin. Yoksa mazallah patron olarak o iş yerinde size ne gerek kalır. Her türlü yetki sizde. Nasıl olsa yöneticiler aldınız ya  yetmez mi işte, kurumsallaştık diye üzerine bir de bas bas bağırın. Hakkınız. Sonra da çalışanlara sözünü geçiremediği için yönetici piyonunuzu ağız dolusu suçlayın. Gerekirse kovarsınız canım. Dışarıda müdür mü yok? Öyle yeniden adaptasyon süreci, kalanlarda motivasyon, verimlilik vs bunlar moda tabirler. Bugün var, yarın yok.

-    Çalışanlara bağırmak en doğal hakkınız çok gerekirse küfür etmek de iş kurallarına göre caizdir. Çalışanlar koyun gibidir. Mavi ya da beyaz yaka farketmez güdülmeye mahkumdur. Köteği vermezseniz tepenize de çıkar. Ne o öyle yeni mode kavramlar, bağırmadan da eleştirebilmekmiş de, yok efendim liderlikmiş de, toplum içinde rencide etmemekmiş. Geç bunları...

-    Nesil değişti, Y kuşağı da geldi. Onları anlamak ve yönetmek ayrı bir kavrammış da hepsi hikaye. Bildiğiniz düzene devam. Değişim, kötü bir şeydir.

-    Demotivasyon da neymiş, yerim demotivasyonunu dediğinizi duyar gibiyim. Doğru yoldasınız. Nasıl olsa çalışmaya devam etmiyorlar mı? Elbet edecekler. Sizin iş yerinizden başka alternatif yok. Kaçıp gidemezler. Gitmese de yüzünüze gülüp arkadan işinize zarar veremezler, verimsiz çalışamazlar. Anlarsınız! Evelallah gerekirse kaba kuvvete başvurup döversiniz.

-   Çalışan kısmına güvenilmez deyip sürekli kamçılayın ve baskılayın her saniye ve çaktırarak kontrol altında tutun ki sonradan dizinizi dövmeyin derim. Ya da tam tersi de olur. Benim oğlum kızım gibidir deyip her şeyi ama her şeyi emanet edin. Merak etmeyin hesaplar boşalmaz;)

-   Çalışanların maaşı geciksin. Repoda değerlendirilsin. En ufak hatada affetmeyin hemen çalışandan kesin, kısın. Ama aynı dönemde lüks arabalarda çalışanlara da nispet yapar gibi havanızı da atmanız lazım. Yoksa olmaz.

-   Reklama gerek yok! Siz işinizi iyi yapıyorsunuz ya, iyi müşterileriniz var. Daha iyisinin yarın gelme ihtimali sıfır. Teknolojiye de gerek yok. Hele eğitime hiç ama hiç...Eski usül devam. Siz her şeyin en iyisini biliyorsunuz ya. Bunları sakın profesyoneline bırakmayın. İşinizi sizden iyi bilemezler.

-   Marka olmak mı? Emek işi de ne demek. Bir logo, bir isim, antetli kağıt ta bastırdınız. Araçlara da bir iki giydirme. Hooop marka oldunuz işte.  Zaman, marka kimliği , hakla ilişkiler, tutundurma, 4P, 7P, reklam, mobil pazarlama,  bunlara gerek yooook.

Kısacası aslansınız, kaplansınız, büyüksünüz, dünya devisiniz, dünya markasısınız. Bu yolda devam. Bunları yaparak kolayca batar, eksiye düşer, en kötü verimsizleşir ve karlılığı azaltır sonra da çalışanın prim ya da maaşlarından yan haklarından, öğle yemeğinden, SERVİSİNDEN gerekirse kesersiniz.

İşte formül bu kadar basit. Unutmayın girişimcilikte, yöneticilikte, liderlikte siyah ya da beyaz olacak. Gri alan faso fiso..

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

11 satın almacı + 1 satıcı = (12 KIZGIN ADAM*)

Peşin peşin söyleyelim: Başlığın sonundaki * 12 Kızgın Adam 'ın milli basketbol takımımız " 12 Dev Adam"la uzaktan yakından bir alakası yoktur. Bu defa başlığın tamamını, ya da en azından eşittirden sonraki  "12 kızgın adam" kısmını işkembe-i kübradan ben de uydurmadım...;) Peki nedir öyleyse? 1957 yapımlı, başarılı aktör "Henry Fonda" 'nın başrol oynadığı, "12 Angry Man" filminin Türkçe adıdır. Dünyaca kabul gören, hemen hepimizin zaman zaman kullandığı sinema tanıtım/eleştiri forumlarından biri olan Imdb'de 10 üzerinden 9 puan almayı başaran ve "Shindler'in Listesi, Pulp Fiction (Ucuz Roman)" gibi efsane filmler arasında gösterilen bence başucu sinema eserlerinden biridir. Yapım yılından tahmin edeceğiniz üzere siyah beyaz çekim. Yaklaşık 1:20 dk civarında. Üstelik tamamen 1 odada geçip 12 insanın birbiri ile konuşmalarından ibaret ve görece çok sıkıcı olarak düşünülebilecek bir senaryosu olmasına rağmen en iyiler

D-E-M-O-T-İ-V-A-S-Y-O-N

Bir çalışanınızı, ekip üyenizi veya varsa sizden alt kademe yöneticilerinizi demotive etmek mi istiyorsunuz?  Yetmedi mi? Ayrıca verimsizleştirmek ve sonunda hatta kaybetmek mi istiyorsunuz? Çok kolay! Hiiiç zorlanmaya, uzaklarda aramaya, kafa patlatmanıza gerek yok. Gelin ben size bedavaya anlatayım efenim. Lütfen bana 2dk. verin, okuyunuz. Yazıdan sonra da "yok ben demotive edemedim, sen de ne boş beleş adammışsın arkadaş!" diyen varsa "paranızı geri iade ediyorum. "demek isterdim istemesine; de biz yazıları kamu hizmeti olarak yazıyoruz, kusura kalmayınız. "Neyse geyiği bırak sadede gel diyorsunuz" duyar gibiyim, haklısınız. Ee, buyrunuz efendim... Bir kere işin başı en ağır eleştirilerinizi ekip arkadaşlarının yanında yapın. Hiç çekinmeyin, verin odunu. Fırçalayın gitsin...Ohhh misss... Hatta karşınızdakinin koca koca insanlar olduğunu unutup, ağzınızdan adeta tükürükler saçarak sık sık ota çöpe bağırabilmeniz de gerekir. Ohh, bir güzel rahat

DÜNYADA ORTAK DİL SİZCE HANGİSİDİR?

Hiç yabancı dilini bilmediğiniz ve ortak bir dil de konuşamadığınız bir ülkede çat pat da olsa bakkalı/marketi vs'si ile anlaşabildiğiniz ve yine de derdinizi anlatıp aç kalmadığınız durumlar oldu mu? Veya sevgilinizle romantik bir ortamda birbirinize bakarken adeta şiirlerdeki gibi sen sus da gözlerin konuşsun tadında bir kelime dahi etmeden bir sürü duyguyu anlattığınız ve saatlerce konuşmadan durup da milyon tane şey konuşmuş kadar olduğunuz durumlar? Ya da olumsuzunu düşünelim. Hayatımızda sözleri ile bize birşeyler söyleyip de yahu göz göre yalan söylüyor, adeta yalancılığı üstünden akıyor diye yorumladığımız kişilerle hiç mi karşılaşmadık? Bunların en az 1 tanesi herkesin hemen başına gelmiş ve hatta sürekli de gelebiliyordur. Çünkü kolaylıkla söyleyebiliriz ki iletişimde bedenimiz de konuşuyor. Uzmanların araştırmaları ve beden dilinin iletişimdeki etki gücüne baktığımızda da sözlerin etkisi ortalama %7 iken, beden dilinde ise %55 civarı bir etki gücü var. Muaz