Ana içeriğe atla

BAŞKA BİR PARİS, izlenimler...

Dünyanın en büyük deniz feneri sizce hangisi? Aynı zamanda Dünyanın 7 harikasından biri de olan ve Mısır'ın İskenderiye Limanı'na karşıcı Pharos Adası'nda MÖ. yıllarda inşa edilen eşsiz İskenderiye Feneri'dir. Yaklaşılk 140 metre olarak yapıldığı tahmin ediliyor. Üzerindeki aynalar ile aşağıda yanan ateşi 50 km uzaktan görülebilmesini sağlarken aslında ne kadar gizemli ve büyüleyici kılacağını tahmin edersiniz. 

Ya Türkiye'deki aktif en büyük deniz Feneri nerede? O da Şile'deki fenerdir. Gidip görmenizi ve onu yalnız bırakmamanızı ister gibi mahsun ama dev dalgalara yenik düşmemek için de bir o kadar güçlü olarak falezlerin üzerinde göğe uzanıyor.

Peki dünyanın en büyük deniz feneri Paris'te desem eminim gidenler deniz olmayan yerde deniz fenerinin işi ne diye hemen cevabı yapıştıştıracaklardır. Aslında bana göre nasıl baktığınıza bağlı. Mesela Paris'e bir gün giderseniz alışverişten ve gece hayatından azıcık da olsa kafayı kaldırıp  Eskişehir'deki Porsuk Çayı gibi şehre eşsiz bir güzellik katan Sen- Frs. La Seine- nehri üzerinde Concord Meydanı hemen yakınındaki köprülerden birinden Eiffel Kulesi'ne şöyle gece uzaktan bir bakın derim. O üzerindeki telsiz vericisi ile birlikte toplam 324 metrelik ve çok iyi ışıklandırılmış dünyanın en güzel,en meşhur demir yığınının üzerinden adeta bir deniz feneri gibi etrafa döne döne ışık saçan tek gözlü canavarı ve etrafı çok iyi aydınlatılmış ihtişamını gördüğünüzde belki siz de bana hak verebilirsiniz kim bilir?

Peki dünyanın en kalabalık veya en çok eserine sahip, en iyi müzeleri içinde sayılan İngiltere British Museum ve Rusya St.Petersburg'daki Ermitaj Müzesi gibi bir diğer en iyiler arasında sayılan Paris Louvre Müzesi'nde tüm ihtişamıyla sergilen dünyaca ünlü İtalyan ressam Leonardo Da Vinci'nin en önemli eseri Monalisa adlı tablosunun hani satılık olsa değerinin 200 milyon Avro üzerinde olarak söylenegelmesinin nedeni sizce ne olabilir?

Yerel insanlardan dinlediklerimdem derlediklerimi özetle hikaye etmeye çalışalım. Bakalım ne kadar başarılı olacağım. Çok zengin Floransa'lı bir tacirin karısı Lisa Gherardini'yi betimlediği bu tabloya aslında Da Vinci'nin aylarca izlediğini, karşındaki modele aylarca bakıp resmi yapacağı ahşaba bir fırça darbesi bile vur(a)madığını biliyor muydunuz? Boşuna büyük olmayan sanatçı resme gerçeklik katmak için insanın iç dünyasının yansıması olan duygu belirtisini (ufacık bir tebessüm, üzüntü, yorgunluk, heyecan, korku vb..) yüzde görmek istemiş ve uzun süre sonra bunu yakalamış olacak ki resme ancak o zaman başlamış ve de yapımı 4 yıldan fazla sörmüş. Dile kolay. Sanatçıların yorumlarına göre esere karakter oturtulmuş.

Günlerden bir gün dönemin Fransa Kralı Fransuva'nın resmi kendinden satın almak istemesine Da Vinci sessiz kalmış ve bir cevap alamadığından ilgisi daha da artan kral da her geçen gün bu tabloya ödemek istediği bedeli artırmış. Ama nafile. Sonra dayanamayıp tepkisiz kalınmasına rağmen yüklü bir para bırakıp resmi saraya taşıtmış. Bir dönem hayata küsen ressam sonunda bir gün Saray'a gizlice girip koridorlarda bağırmaya başlamış ve uyanan kral " Hayırdır üstad , neden delirmiş gibi koşuyorsun?" dediğinde . " Kralım. Korkarım evimde yüklü miktar paranızı unuttunuz ve onu getirdim." der. Bunun üzerine onun resme - belki resmettiği kadına- aşık olduğunu anlayan kral "Sen ölene kadar resmi alabilirsin ama sen öldükten sonra o saraya geri gelir ve Fransız Devleti malı olur." diyerek tabloyu geri vermeye şartlı da olsa kabul eder. Tüm bunların üzerine yetmezmiş gibi 20. yy başlarında eser müzeden çalınır ve 2 yıl sonunda ancak Monalisa'nın ruhu huzura erer ve ait olduğu yere bulunarak geri gelir.

Ee, bunca badire, emek, sanat, zaman, ilgi de bu eseri inanılmaz kılmaya sizce de yetmiyor mu?

Sadece Louvre Müzesi'nde 460.000 eserin sergilendiğini, bu eserlerin tamamının görülmesi için 15 günlük bir zamana ihtiyaç duyulacağı ve 200 üzerinde müze ve sayısız görülecek tarihi ve turistik yeri olan ve Işıklar Şehri olarak adlandırılan bu eşsiz şehir Paris'i kelimelere sığdırmak gerçekten çok zor. O nedenle kıssadan hisse ve görünmeyen farklı bir açıdan Paris'i değerlendirmek istedik.

İlkokul öğretmenimin bir sorusu vardı. Çok gezen mi, yoksa çok yaşayan mı bilir derdi. Kesinlikle çok gezen derim. Fırsat buldukça, tabii ki imkanlar dahilinde AVM'lerden veya evlerden çıkıp bol bol gezmenin önemini, illa yurtdışı değil yurdumuzda da çok fazla tanınması gereken kültürler ve görülmesi gereken ne harikalar olduğunu unutmamak gerektiğini düşünüyorum. Ha bir de ayakların gezmesinden bahsetmiyorum. Farklı açılardan bakabilmek de gerekiyor. Her güzelliği, yapılış amacını, hikayesini, neden ve sonuçlarını, tarihini, görselliklerini iyi idrak etmek gerekiyor ki işte bu sayede farklı bakış açıları da insanlara hem özel, hem de iş hayatında bence çok şey katıyor. Bizden söylemesi;)


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

11 satın almacı + 1 satıcı = (12 KIZGIN ADAM*)

Peşin peşin söyleyelim: Başlığın sonundaki * 12 Kızgın Adam 'ın milli basketbol takımımız " 12 Dev Adam"la uzaktan yakından bir alakası yoktur. Bu defa başlığın tamamını, ya da en azından eşittirden sonraki  "12 kızgın adam" kısmını işkembe-i kübradan ben de uydurmadım...;) Peki nedir öyleyse? 1957 yapımlı, başarılı aktör "Henry Fonda" 'nın başrol oynadığı, "12 Angry Man" filminin Türkçe adıdır. Dünyaca kabul gören, hemen hepimizin zaman zaman kullandığı sinema tanıtım/eleştiri forumlarından biri olan Imdb'de 10 üzerinden 9 puan almayı başaran ve "Shindler'in Listesi, Pulp Fiction (Ucuz Roman)" gibi efsane filmler arasında gösterilen bence başucu sinema eserlerinden biridir. Yapım yılından tahmin edeceğiniz üzere siyah beyaz çekim. Yaklaşık 1:20 dk civarında. Üstelik tamamen 1 odada geçip 12 insanın birbiri ile konuşmalarından ibaret ve görece çok sıkıcı olarak düşünülebilecek bir senaryosu olmasına rağmen en iyiler

D-E-M-O-T-İ-V-A-S-Y-O-N

Bir çalışanınızı, ekip üyenizi veya varsa sizden alt kademe yöneticilerinizi demotive etmek mi istiyorsunuz?  Yetmedi mi? Ayrıca verimsizleştirmek ve sonunda hatta kaybetmek mi istiyorsunuz? Çok kolay! Hiiiç zorlanmaya, uzaklarda aramaya, kafa patlatmanıza gerek yok. Gelin ben size bedavaya anlatayım efenim. Lütfen bana 2dk. verin, okuyunuz. Yazıdan sonra da "yok ben demotive edemedim, sen de ne boş beleş adammışsın arkadaş!" diyen varsa "paranızı geri iade ediyorum. "demek isterdim istemesine; de biz yazıları kamu hizmeti olarak yazıyoruz, kusura kalmayınız. "Neyse geyiği bırak sadede gel diyorsunuz" duyar gibiyim, haklısınız. Ee, buyrunuz efendim... Bir kere işin başı en ağır eleştirilerinizi ekip arkadaşlarının yanında yapın. Hiç çekinmeyin, verin odunu. Fırçalayın gitsin...Ohhh misss... Hatta karşınızdakinin koca koca insanlar olduğunu unutup, ağzınızdan adeta tükürükler saçarak sık sık ota çöpe bağırabilmeniz de gerekir. Ohh, bir güzel rahat

DÜNYADA ORTAK DİL SİZCE HANGİSİDİR?

Hiç yabancı dilini bilmediğiniz ve ortak bir dil de konuşamadığınız bir ülkede çat pat da olsa bakkalı/marketi vs'si ile anlaşabildiğiniz ve yine de derdinizi anlatıp aç kalmadığınız durumlar oldu mu? Veya sevgilinizle romantik bir ortamda birbirinize bakarken adeta şiirlerdeki gibi sen sus da gözlerin konuşsun tadında bir kelime dahi etmeden bir sürü duyguyu anlattığınız ve saatlerce konuşmadan durup da milyon tane şey konuşmuş kadar olduğunuz durumlar? Ya da olumsuzunu düşünelim. Hayatımızda sözleri ile bize birşeyler söyleyip de yahu göz göre yalan söylüyor, adeta yalancılığı üstünden akıyor diye yorumladığımız kişilerle hiç mi karşılaşmadık? Bunların en az 1 tanesi herkesin hemen başına gelmiş ve hatta sürekli de gelebiliyordur. Çünkü kolaylıkla söyleyebiliriz ki iletişimde bedenimiz de konuşuyor. Uzmanların araştırmaları ve beden dilinin iletişimdeki etki gücüne baktığımızda da sözlerin etkisi ortalama %7 iken, beden dilinde ise %55 civarı bir etki gücü var. Muaz